Çarşamba, Şubat 01, 2006

Giz-li Şehir...

Zaman şaraplara yaptığını arada sırada şehirlere de yapıyorsa onlardan biri her halde Londra’dır. Yüzü makyaj üstüne makyaj, bakışları ne kadarını görürsen o kadar, dili artık heceleri yan yana getiremez bıkkınlıkta, anlatmayı çoktan bıraktığı halde sesi zaman içinde yankılanıp duruyor. Duruyor, öylece ne yöne baksan görecek birşeylerini gizlemeden, ne kadar istersen bir fazlasını vermeye hazır gibi, duruyor. Zamanla ağırlaşmış mücevherlerini ellerine, kollarına, boynuna öyle bir yerleştirmiş ki değil bir yere gitmesi, hareket etmesi zor görünüyor.



Hafızası ciltlerde unutulmuş olanlarla dolu, yolları yolculukların izleriyle oylumlu. Sokakları, caddeleri, meşhur alanları, o alanları hiç yalnız bırakmayan heykelleri ve en fazla oturma odasında uyuyakalmış olmanın bakışlarını giyinen kimsesizleriyle.. Ellerindeki kitapların sayfalarını çevirirken arada bir başını kaldırıp etrafa göz kulak olan bu dünya misafirleri arada bir bozukluğu olup olmadığını sordukları kimseler kadar Londralı.

Bu şehirli olmak, bu hafızaya sahip çıkmak, zamanını bu şehre vermek, onu öğrenmek, bilmek ve belki bir gün de gerçekten sevmek mümkün mu? Uzun suren misafirliklerin izleriyle eve donuşmuş, ev sahiplerinin hep değiştiği, hep değiştirdiği Londra, zamanın şimdisinde de güçlü bir imge olarak duruyor. Tarihini servete dönüştürmüş olarak, yatırımlarını doğru kaynaklara yöneltmiş, hayal edilebilecek olanı gerçekliğe yaklaştırmış olarak duruyor. Belki de artık hiç kimse bu durusu değiştirmek istemediği halde, her şeyin mümkün olduğu bu şehrin bence -tarihi boyunca olduğu gibi- gözleri yine de nemli…

Öğrenciler, turistler, is sahipleri, para patronları, alışveriş tutkunları, dünya meraklıları, turistler, antikacılar, fotoğrafçılar, sanatçılar, yorgunlar, yalnızlar, hayalperestler, sarhoşlar, alacaklılar, borçlular, çocuklar, büyükler, büyüyememişler, yalancılar, dürüstler, isteyenler, vermeyenler, üşüyenler, bunalmışlar ve herkesle herkesle zaman geçirmesine karsın nemlenen gözleri yalnızlıktan. Belki büyümenin bedeli olan yalnızlığına ağlayan, yine de bu yaşları da farklı renkler olarak makyajına katan Londra, her gezgin tarafından yeniden keşfedilse de sırlarla dolu.
Müzelerinin odaları, galerilerin duvarları, sinema salonları, zamanın eskittiğini sandığı ama aslında değer kattığı tiyatro salonları, sokaklarda şık birer aksesuar gibi duran yon tabelaları, sokak müzisyenleri, otobüs durakları, undergraund güzergahları, konumu, konumlanışı, alışveriş merkezleri, kendini anlattığı lisanlar, renklerini her yerine rahatça yaymış dünya insanları hepsi ama hepsi bu gizleri görünür/anlaşılır kılacak ipuçlarıyla dolu olsa bile..

0 Comments:

Yorum Gönder

<< Home