Cumartesi, Mayıs 21, 2005

Oyuncaklar incinir mi?

Bilmiyorum. Öyle gürültülü ki; iç sesler, konuşmalar, çığlıklar… Hem ne zamandır incinmeden söz edildiğini de duymadım. Doğaldır gürültüyle geçen günlerin gündemi ne oyuncaklardan ne de incinmekten bahsetmiyor. Zaman, günler, gelenler başka başka durumların altını çiziyor ve nefessiz tamamlanmalı bir maratonun içinde hızla bitiş çizgisine yoğunlaşmak gerekiyor.

Bitiş çizgisi; tamamlama, tamam olma, hedefin gerçekleşmesi. Öncesinde olduğu gibi sırasında da kendisi dışındakileri hiç sayıyor, yok ediyor. Bunun anlaşılmaz bir tarafı da yok aslında, çünkü hayat geçiyor. Fazlasını talep etmek için hedeflemek, bunun için de koşmak gerekiyor. Koşup o en güzel vitrinin en görünen yerinde endam etmek, boy göstermek… Vitrin çünkü ihtiyacı yerle bir edip talebi belirliyor. Bu yüzden artık en önce düşünülüyor, önemle tasarlanıyor, özenle yapılıyor vitrinler. Süratle değişiyor, sık sık yenileniyor olmaları ise tüketiliyor oluşlarının en belirgin göstergesi.

Kurtarılmış alanları, saklı kalmış kuytuları saymazsak sınıfları iç içe girmiş tüketicilere en uygun edinme koşulları sağlayan adresler giderek artıyor. Böyle bakınca her şeyin hızla tüketildiği günlerin orta yerinde hiç bir gündemi ilgilendirmiyorken, incinmek olsa olsa oyuncakların işi olabilirdi zaten.

Vitrin kirlenebilir, değişebilir, incelikleri de vardır ama incinmez, varlığında bunu karşılayacak duygular yoktur, hepsinden arındırılmıştır. Oysa oyuncakların hafızaları vardır. Söylemeden anlatan, sessizce gösteren dilleri de… Tabi gerçeklerse. Böyle oyuncakların sahibine önce vefalı olmayı, sonra da duygularının değerini anlattığını çok sonra fark ettim. Artık oyuncakların neredeyse kalmadığını, bütün o vitrinlere yakışsın, vitrin durumuna uygun olsun diye artık oyuncaklar -ışıklı, gerçeğine benzetilmiş ayrıntıları, bir yerlerden aynın kopya edilmiş görünümleri tamam ama- anlatamıyor, söyleyemiyor, susuyor. Yaşlanmıyor, aslında hiç yaşamıyorlar. Hafızaları oluşmadan kırılıp parçalanıp yerlerini yenilerine, öyle görünenlerine bırakırken sanki kimse fark etmiyor. Aynı oyuncakla kendini, duygusunu, hafızasını tanıyacak olan zihin bunun yerine her gün yeni, rengarenk, bambaşka olanlarıyla en önce yenisini seçmeyi, tercih etmeyi, tüketmeyi öğreniyor. Vitrini en cazip olanı tüketirken, bir sonraki için hazırlanmaya çoktan başlamış oluyor. Bu gerçek oyuncakları incitiyor mu? Bilmiyorum ama böyle olunca vakit olmuyor, sevmek güçleşiyor; oyuncağı, o zamanı, yaşanmışlığı… Belki de bu yüzden sanki artık çocuklar büyümeden yaşlanıyor.

0 Comments:

Yorum Gönder

<< Home