Salı, Mayıs 01, 2007

Yoldaşım Bisiklet!

Güzel, güneşli, aydınlık bir günün ortası. Minibüste birbirine bisküvi ikram ediyor bir yandan ötekini, ötekileri tanımaya çalışan yolcular. Nefes başına düşen soru işaretlerini noktalarına ulaştırmaktan başka bir konsantrasyonu olan belki de sadece benim. Onlar hemen arkadaş oluvermiş, dışarıda olup bitenle ilgilenemeyecek kadar meşgül. Oysa; her ne oluyorsa dışarıda, içerinin neşesinden ve her anı kaplayan yeni tanışma sözcüklerinden daha cazip görünüyor bana.

Sıcak ve hiç beklemediğim kadar sıkıcı bir yolculuk. Yeşil bahçeler arasından uzayan bir yolun her neresinde durduysak ilerlemenin olanağı yok. Mümkün değil bu arka arkaya dizilmiş arabaların nasıl bu denli sakin kalabildiklerini anlamıyorum. Kırmızı ışıkta bekleme sabrı gösteremeyen dolmuşçuların şöförlük yaptığı bir şehiden gelen olarak anlayamıyorum. Üstelik gideceğimiz yere ne kadar var bilmiyorum ve de soramıyorum. Minibüsün şöförü elindeki dosyanın sayfalarını çevirdikçe mırıltıları çalan şarkıya eşlik ediyor. Oysa ben bir an önce varmak istiyorum. bu yolculuğu, bu uzun çok uzun yolculuğu bitirecek bir kapının ziline basmak ve işte başka bir hikayenin satırlarında gezinmeyi öyle uzun zamandır bekliyorum ki... Uykum var. Uykusuz uzun bir gece, uyanık kalma tercihiyle geçmiş bütün bir haftadan sonra, soğuk bir ülkenin günortası sıcağında ve de hiç tanımadığım insanlarla yan yanayken uyuklayamam. Bu nedenle her kim bastıysa duraklama düğmesine yeniden bassa iyi olur, haraket etmeliyiz.

Beklerken; gidrek mırıltıya dönüşen sohbetteki sorular noktalarını buladursun, ben ağaçlara, uzyıp giden yeşilin rüzgarla salınışına bakıyorum. Derin bir nefes. Çok değil olsa olsa birkaç dakika sonra rengarenk bir bulut geçiyor bizim bulunduğumuz caddeyi kesen cadden. Öyle hızlıca, o serin sakin bekleyişin sebebi olduğunu haykırma gereği duymadan, öylece bir bisiklet bulutu rengarenk...

Londra'yla bu bisiklet turunun yapıldığı bir haziran günü tanıştım. Kasketleri ve giysileri gibi rengarenk bisikletlerin o ahenkli yol alışını gözden kayboluncaya kadar izledim. Cok derin bir nefes! Güneşli ama her nedense netsiz, sıcak ama her nasılsa neşesiz, her neredeyse anlamsız, her ne anlamdaysa nefessiz bir yerden geliyordum. Bir tarihten bir takvime gidiyordum, başka bir iklimde yeni bir ışık istiyordum. Karanlıkta kalmıştım, sıkılmış, sıkışmıştım. Her herşeyi her neredeyse bırakmak ve uzağına gidip işte oradan bakmak istiyordum. Çok yorgundum ve işte bu renkli bulut nefes alınabilirliği hatırlatıyordu. Çok çok derin bir nefes!
Mevsim yaz, yollar düz, şöförler sakin, yayalar saygılı, kurallar gözeten, bisiklet de canayakın olunca çocukluğumun bu eğlenceli arkadaşıyla yakınlaşmam uzun sürmedi. Birkaç hafta sonra kendi bisikletimle caddede geziniyor, okula bisikletle gidiyor, hiç bir yağmursuz günü bisikletsiz geçirmiyordum. Trende birlikte yolculuk edebildiğim bisikleti, yeraltı tren istasyonunda kilitleyebiliyor dönüşte hava kararmışsa ışıklarını takıp youma devamm edebiliyordum.

Çocukluğumda hayatıma almak için ağrılı yaralar edindiğimi hatırladığım bisiklet, bu kez çok başka bir yer edinmiş o yeri buyutuyordu hayatımda. Bir yol alma biçiminden fazlasıydı.Çok soğuk kış günlerine kadar nerdeyse en yakınım olmuştu. İkinci evim, biraz daha uzaktaki üçüncü adresim ve sonra birkaç ayda bir yaptığım bütün taşınmalarda gidip en son aldığım, yolun uzun olanını seçerek, ille de bilmediğim sokaklara girerek gittiğim yol arkadaşımdı. Nihayet yaşayabileceğim mahalleyi bulunca bisikletime de güvenle bekleyebileceği de bir yer bulduk. Sokağın karşısındaki bisiklet tamircisi sık sık onun keyfiyle ilgilendi, onu yeniledi. Yine de kıştı ve ben çok üşümeye başlamıştım. Çok gerek olmadıkça çıkmamayarak, dersleri uykuyla değişerek, çok yorularak geçiyordu günler, o dışarıda bekliyordu. Kasımdı, yağmurlar yağıyordu, aralıktı o sis bir türlü aralanmıyordu, ocak oldu hiçbirşey sanki yenilenmiyordu, şubattı, Londra'da kar hiç mi yağmıyordu? Mart gelmişti yorgunluğumun sebebi bu kez yabancılığım olmuştu. Martın ikinci haftası; işte bir uçak bileti edinmiştim ve martın son günü Londra'yla üç hafta sonra buluşmak üzere ayrıldım. Bisikletimin anahtarını evarkadaşıma emanet ettim ve uzun bir ay geri dönmedim. Noktasını bulamayan ve hep kendini çoğaltan soru işaretleri biriktirdim. Umutlar ve hayaller de vardı ama ünlemler ve üç noktalarla doldurdum bavulu ve o ayın sonunda bir bahar günü, güneşin bildiğim sıcağında olmadığı bu soğuk şehirle yeniden buluştum. Bisiklet balkonda bekliyordu, kırgın göründüyse de ben kendi kırgınlığımdan onun hatrını birzaman daha soramadım. Ama geçti. Geçip gitti benim kırgınlığım, dönüştü, değişti, değiştim. O yazı başka bir bisikletle geçirdim, yoldaş bir bisiklet arkadaşıyla hiç bilmediğim yerlere gittim. Yalnızlığın altını çizer gibi hep aynı yolardan geçerek gündelik gidiş gelişlerde anladım, anlattım, andım.

Bisikleti ben Londra'da hayatıma yeniden kattım. Bisiklet Londra'da bana yoldaş oldu. Birlikte Thames'ın içindeki tünelden geçtik, dünyanın 0 noktasına sık sık gidip geldik, köprü çıkışlarında hemen peşimizdeki otobüse mahcup olmamak için aceleden pek çok kez başka yönlerden bulduk yolmuzu, trafik lambalarında bizim için yanan ışığı beklerken yanımızdaki daha genç ve daha güzel bisketlere bakıp birbirimizin kıymatini bildik. Yabancı bir ülkedeki o en zor ilk zamanlarda bisikletle biz birbirimize yoldaşlık ettik Şimdi herşeyin o zamanlara göre çok daha kolay olduğu günler belki ama biz birbirimizi özledik ve bir başka kış sonu birbirimize kavuşmayı bekliyoruz.