Cumartesi, Şubat 26, 2005

Cumartesi


Bugün cumartesi mi? Yorgun beklemelerin ertesi. Sessizce varlığını sürdüren ne varsa usul usul ilerlemesi. Parçalara bölünmüş zamanlardan yorulmuş, gecesinden ayrı düşmüş sabahları sevememiş bir cumartesi. Eksik zamanlarını gürültüyle örten, ertelenmiş bütün her şeyi kendinde büyüten yaşlı bir cumartesi. Ne gereği var dedirtmeyen o çılgın yetişme telaşı. Birikmiş harflerin, beklemiş hecelerin giderek büyüyen bir mırıltıya dönüşmesi.

Günlerin kendi coğrafyası var. O coğrafyada meydanlar, yollar, parklar da var ama daha çok kuytular, karanlıklar… Kendini şehre hapsetmiş, şehri sırtında yük diye taşımış herkesin payına düşeni itirazsız, iltifatsız kabul ettiği ıssız coğrafyalar. Günlerin içinde adımlarken nemli ve yağışlı zamanlarından da, kuru ve sert rüzgarlardan da nasibini fazlasıyla alan bu coğrafya, anlatmaz. Çıkmaz sokakları adresi yapanların, kör köşeleri pul diye ucu yanmış zarflara yapıştıranların anlattıklarıyla büyür, sessizleşir.

Kendi başlangıçlarını uzun yollara seren cumartesiler, yakın takvimlerin izi şimdi. Yazılmadan atlanmış sayfalarda, tarihlenmemiş, özenle işaretler bırakılmış, harflerin her biri tek tek çizilmiş, sararmış sayfalar boyunca cumartesi. Bugün biraz kederli. Neşeli zamanlarını unutmuş, unuttuğu günleri hatırlamış gibi kaplamış günü. Çok beklemiş, çok yorulmuş. Hem de çok çok beklerken dinlediklerinden, dinlerken sessizlikten…

Cumartesi beklenmiş bir şeylerin sona erdiği bilgisidir. Toplanmış bulutların yağmuru, yitirilmişlerin kederi. Belki bazen yeni bir başlangıcın da kendisidir ama bugün biraz karanlık, kasvetli..

Cumartesi, Şubat 12, 2005

Aşk zamanı

Çünkü yolu yok, çok bilinmezli, çözümsüz durum büyümüş, büyümüştür.. Defter yorulur coşkusundan. Yollar kısalır birden, umut/umutsuzlukla yer değiştirir, umutsuzluk umutla.. Karşılanamaz bir boşluk/çokluk dolar, doldurur.. Uyanış; uzun süren bir uykudan sonra, hiç olmamış gibi, sadece kendisi varmış gibi kaplar her yeri. Söylenecekler eksik bir şarkının parçaları gibidir. Tamamlanmamış boşluklu şarkılar çoğalır.. Hayat anlatmaya yetemez, gösteremez olur. Ne coşkulu hallerin kaynağı bellidir, ne uykusu çalınmış geceler itiraz edebilir. Mevsim, zaman, sözcüklerin her biri, tanımlanabilen, tanımlanmaya ihtiyaç olmayan her şey, her şey ona bağlıdır.. Dünyanın kendisi de!

Aydınlık, yükselen, artan, büyüyen, çoğalan, dünyayı kendi adımlarına uyduran bu durum, gerçekliğini büyütür. Her şeyden vazgeçmenin mümkün olduğu, sunulabileceğin hepsini verme arzusu, bütünlenme, boşluğundan kurtulma umudu gelir. Büyük yollar aralanır, açılır, gidilir.. Irmaklar akar coşkuyla, renkler canlanır, hayat aydınlanır.. Ve öylece sonsuza dek sürecek yanılgısıyla günler geçer.

Oysa güneşli günlerin orta yerinde birden bulutlar birikir. Öyle hemen geçiveren yaz yağmurları değil, soğuk, dondurucu, yıllara bedel saatler yağar. Nefes almak yaralar. Konuşmak, anlatmak, anlaşılmak değil bir tek hece bile yeterli olacakken iyileşmeye, bir türlü gelmez, söylenmez, duyulmaz.. Uçurum derinleşirken, dünya değişir. Nefes alış verişler küçük küçük öldürür. Mırıldanmaya dönen iç sesler, dünyanın gürültüsüne karışır, çığlığa dönüşür..

Bir zaman önce yaklaşmakta olan ayak seslerinin umutlu/mutlu bir şeyler taşıdığına dair inancını hatırlayan herkes, mutsuzluğunun büyüklüğünden ürker. Su alan küçük gemiler, dalgalanmalar, büyüyen dalgalar ve nerde olduğu bilinmez bir kıyı.. Hafızadaki kaydını kim bilir ne zaman tamamlamış mutsuzluk fotoğrafları canlanır. Acıtır. Arka sokaklardan gidilen o başka dünyalarda beklenir. Sokağın öteki ucundaki ayak sesleri yaklaşmaz, hep uzaklaşır. Kendinden vazgeçebilmişler, bunun bir kusur mu yoksa erdem mi olduğunun kararını veremezler.. Önce her yeri renklerle doldurmuştur aşk, sonra da onun özlemiyle. Yanında olmanın yenemediği o özlem..

Mektuplar bekledikçe, satırları zehirler, o yüzden kapatılır, kilitlenir, saklanırlar.. Pullarını yitirmiş, adressiz, zarfsız, yazılmamış mektuplar birikir sonra, en çok bu zamanlarda. Şimdiye, sonraya, geçmişe mektuplar..