Cumartesi, Kasım 27, 2004

Gerçeğin Gölgesinden Uzak

Birden inen kış akşamlarında garip bir sıcaklığın tanımı… Benim bütün ‘şimdiki zaman’larıma demirlemiş uzun yol gemisi.. Yaralı bir zamanı kendi merhemiyle iyileştirmeyi bilen şefkatli ellerin sahibi. İncelikli, içten, gülümseyen.. Sevgisinde coşkulu, öfkesinde ölçülü. Derin kuyularda büyüyen sessizliği, ışığın hakkını verdiği gibi karanlığın sevdasını çözer.. Aynadaki yüzünün gizli güzelliğini sakladığı olur da harfleri yazmadıklarında birikir, kederi boşalmış kahve fincanlarıyla hemhâl..

Neşeliyken baharın taze kıpırtısıdır.. Nerede biriktirdiği bilinmez büyük bir coşkuyla adımlar zamanı. Dünyanın bütün işlerini, kederli pürüzlerini çözebilecek bir inançla başlar günlere. Yapılacaklar listesini birer birer eksiltirken gittiği yöne daha yakın, renkleri daha parlaktır.

İçli bir bulut geçse üstümüzden, kalk gidelim, kendine bırakalım dünyayı desem de söyleyemem.. O söyler. Gün ortasında, durup dururken adımı çağıran sesi başka bir yeryüzünün kapısını aralar. Sözcüklerden örülü bir köprüden ötekine geçeriz, bir başka var olma haline.. Gerçeğin gölgesinden uzak, kendiliğinden, aydınlık bir yerlerde gezinirken kimse sormaz seslere bürünmemiş olanı. Bilmeden geçeriz yorgun gecelerden, ışıksız günlerden, umutsuz boşluklardan.. Bir başka var olma haliyle.. Sadece o, öylece ben oluruz, sadece bir aradayken ortaya çıkan diğerimizi daha çok severiz.

Onu düşününce; hüzün mevsimiyken, sıcakken, duyarken, yürürken, programlıyken, konuşurken, anlatırken, sessiz dinlerken, öfkeliyken, yanıltanken, sorarken, beklerken, giderken, kahve molasında, koşuşturmacalı günlerin ortasında, yazları, sakin geçen zamanlarda, sesinin değişmeyen incelikli tınısı beliriyor önce.. Kadın olma durumunun kalın ciltlerinden biri bende..

Mimarı olduğu ‘Ulusal Kültürümüze Katkı Ödülü’nün anı heykelciğini alırken, derin/dingin bir denizdi gözleri. Gülümsedi. Gülümsüyor bendeki fotoğrafı. Öfkeli, gergin beklemelerimiz de olmuştur, hayalkırıklıklarına kurban ettiklerimiz de, zamanı ele geçiremediğimiz saatlerde içlendiğimiz de olmuştur ama değişmiyor bu gülümseme..

Çünkü hayat, onun içinde var etmeye çalıştığımız şeyler çünkü, şey olmanın ötesine geçemeyen kelimelere bürünmüş hayal etme becerisi, çünkü yakınlığı her nasıl olursa, çünkü sevgiyi biçimi ne olursa kabul etme bilgisi..

Pazar, Kasım 14, 2004

Buğulu Şarkılar

Beklemek! Umut ederek hani, gelecek olanı bu umutla çağırarak, harflerin duyulmadığı, sözcüklerin olmadığı bir başka dilde, içten bir sesle çağırarak beklemek.. Sabah yürürken; çöpçülerin süpüremediği yapraklar, dağın eteklerinden şehre inen sis ve ağaçların hüzün şarkısını tekrarlayan kıpırtılarıydı, eşlik etti mırıldanmalarıma.. Zamanı ölçülerinden çıkaran coşkulu bir devinim vardı havada. Gülümsedim.. Sonra küçük ağır adımlarla yürüdüm, yürüdüm...

Kasım’ın kışa dönük yüzü takvimin yanıbaşında gülümsüyor, oysa yaprak kiri sokaklarda yürümek isteğim yatışmadı henüz. Kış gecelerine biriktirdiklerim var.. Gördüğüm renkler kahverengiden kızıla, yeşilden sarıya, daha da sarıya ve sanki olmayan bir başka renge, milyon kere yeniden tanımlanabilecek, tonları milyon kere ölçülebilecek olana döndüğünde başlamıştım beklemeye.. Yakınlarda olduğunu biliyorum.. Boza satan seyyarların yırtılan seslerinde, cadde ortalarında her yeri kestane kokularıyla dolduran tezgahların ılık bekleyişlerinde işaretlerini görüyorum. Kışın uzun gecelerine hazırlanan gamlı yürekler için buğulu şarkılar getireceğini, beni, bizi ve sesini duyabilenleri kucaklayacağını biliyorum.

Güz bitiyor oysa mektupları savruluyor ağaç diplerinde.. Hiç bitmeyecek gibiydi önce. Bitmeyecek özlemlerin de ötesinde beklenecek ve akşamları sabaha koşarken biraz yorgun olacaktı… Gündüzlerini, kendini ona adayanlara adayacak, kalbi kırık olanların içinde kaybolacakları kuytularla belki bembeyaz, belki masmavi, kimileri için değiştiremeyecekleri bir kırmızı olacaktı güz.

Benim için dalgalı bir deniz gibiydi. Gökyüzünün yağmadı/ yağacak duruluğuydu, bir de sevdiklerimin içine kapanarak yürüdükleri sokakların serinliği.. Çok çabuk, çok ağır, yaşanmış ne varsa kendisiydi.. Bitiyor. Mumların titreyen alevinde, tütsüden süzülen sandal ağacının gölgesinde mırıldanarak geçiyor. En çok da şiir olanın aynasında, söylenemeyenin ötesinde, sessizce..

Güz akşamlarını, güz dönümlerini, güz doğumlarını severim. Yeri doldurulamayacak olanın boşluğunu hatırlatsa da, etekleri savrularak yürüyen bir kadın gibi hüzünlendirdiği için şehrimi.. Kapısını aşka kapatanların ne eylülden ne de güzden haberi olmadı biliyorum, posta kutusu olmayanların mektup bekleyemeyeceğini de.. Oysa herkes için mektubu vardır güzün..