Cumartesi, Ocak 22, 2005

Mutlu Çocuklar

Yolunu, yönünü bilen harfler tıkır tıkır dizilselerdi olurdu ya öyle değil bugün. Yazma işini son güne ve hatta son dakikalara erteleyen, o zamana kadar başka başka meseleler üzerine, okuyup, dinleyip düşünürken, hangisi önce tamamlanırsa gazeteye onu gönderen ben, bu kez farklı etkilere maruz kaldığımı söylemeliyim. Bayram halini bolca yazılıp, bolca konuşulacak ve hatta zaman zaman felsefesi orta yere serilecek, kimi birbirini onaylayacak, illa ki hayıflananlar olacak, belki mahcup olanlar, ilgisiz kalanlardan sitemli sözler duyacak düşüncesiyle gündemime almış değildim. Ancak evin içinde küçük adımlarıyla gezinen yeğenlerimin yüzünde her defasında gördüğüm bayram oldu. Çare yok! Oturdum yazıyorum…

Evin odağı olduklarını çoktan ilan etmiş bu tatlı varlıklarının yanında geçen günlerin beni değiştirdiğini söylemeliyim. Birlikte geçen zamanda, sözcükleri kendi alfabesinin yumuşak harflerinden oluşturan, sadece heceleri seslendirerek manası kolay kavranamayacak laflar edenlerin başka bir gerçeklikte yaşadığına emin oldum. İstediklerinin hemen ve derhal yerine getirilmesi dışında herhangi bir bilgiyi kabul etmeyerek karşısındakini, olması gerekenin bu olduğuna çok geçmeden ikna eden yeğenlerimin becerisine şapka çıkardığımı itiraf ediyorum.

Konu; şeker, çizgi film, onlara göre gereğinden fazla sürmüş bir ziyaret fark etmez. Olacak dediler mi, olacaktır, itiraz kabul edilmez, gerekirse mızmızlanmak, yaygara koparmak, hasta olmak gibi farklı ikna yöntemleri bulunup, uygulanır. Hal böyle olunca, sözü edilen yeğen olunca; dudağını büker, bir de en derininden gözünüzün içine bakarsa elini uzattığı her neyse onu yerine getirmek üzere yola koyulduğunuzun resmidir. Bayram bunun neresinde diye soranlar olursa, isteği yerine getirilmiş çocuklara bir kez daha bakılmasını önereceğim. Çocuklarla muhabbetim ikimizden birinin konukluğu sırasında olduğundan zahmet ve sıkıntılarından ancak uzaktan haberdar olabiliyorum doğrudur ancak mutlu yüzlerindekini okumayı biliyorum.

Bayramların bu çocuk yüzlerin arkasında büyüdüğünü, içimizde büyümeden şımartılmayı bekleyen de yine çocukların olduğunu biliyorum. Bu nedenle hala vakit varken iyi bayramlar, mutlu çocuklar…

Cumartesi, Ocak 15, 2005

Öykü Atölyesi ve Kül Kedisi

Kül kedisi masalını hatırlar mısınız? İyiliği, sevgiyi ve gerçeği arama tutkusunu yüceltirken, kötülüğün kendi cevabını bulmakta gecikmediği dersini verir. Şimdi hatırlayabildiğim bütün masallarda olduğu gibi iyiler kazanır, mutlu olur ve bu sonsuza dek devam eder. Büyükannemin çocukluğunda dinlediği masallarda olduğu gibi, yeğenlerimin annemden dinlediği masallarda iyi kahramanların mutlu sonu değişmiyor.

Oysa hikayedeki olaylardan biri değişse, sonlar için sonsuz olasılıklı hikayeler kurmak mümkün… Nilüfer Belediyesi’nin katkılarıyla Kitap Evi’nde düzenlenen Yücel Balku Öykü ve Yazın Atölyesi’nde öğrencilerin ilk ödevi bu oldu. ‘Kül Kedisi’ masalında olaylardan biri değişirse neler olur? Prens elinde cam terlik sevdiği kadını ararken, Kül Kedisi yerine üvey kız kardeşlerinden birini bulursa, Kül Kedisi ne yapar? Belki diğer masal kahramanları yardıma gelir. Belki prens yirmi yıl sonra da olsa yanıldığını anlar ve gerçek sevginin peşine düşer. Kül Kedisi aslında bir başkasını seviyordur belki, ya da prens bambaşka tercihlerde bulunur.. Atölye öğrencileri, bu soruya yanıt arayan sonlar yazdı. Ortaya çıkan hikayelerse bundan sonra yazılacakların sadece küçük birer işaretiydi.

Üç aylık bir çalışmanın ilk haftasını geride bırakan öykü ve yazın atölyesinin içinden yeni yazarlar yetişeceği fikri şimdilik heyecan verici. Yazılanlar çoğaldıkça bu heyecan da artar mı bilemiyorum ama atölyenin eğitmeni yazar Hakan Akdoğan, çalışmaların daha çok pratiğe yönelik alıştırmalarla ilerleyeceğini anlatıyor ve atölyenin amacını; “Katılımcıların eğilimleri doğrultusunda yazmalarına destek olmak, bu yolda önlerinde beliren engelleri tespit ederek aşmaları için onlara yol göstermek” diyerek tanımlıyor.

Nilüfer Belediyesi’nin öğrencilere sağladığı bursla katılımcı sayısı 38’e ulaşan atölye, ilk kez geçtiğimiz yıl düzenlendi. Geçen yıl, Kitap Evi’nin sahibi Dilek Çelebi’nin fikrini hayata geçiren Yücel Balku, ne yazık ki ilk derslerden hemen sonra geçirdiği kalp kriziyle yaşama veda etti. Ancak hazırladığı program yazar dostlarının yardımıyla tamamlandı ve daha da önemlisi ikinci bir atölye için heyecanı taze tuttu. Ne diyelim? Umarım üçüncüsü, dördüncüsü olur, devam eder. Bir yandan yazma, öte yandan okuma alışkanlığı da masalların değişmeyen mutlu sonları gibi devam eder…

Cumartesi, Ocak 08, 2005

Postaneyle postacı ...


Her masadan daktilo seslerinin yükseldiği bir açık ofiste sözcüklerin hesabını yapıyor, cümlelere ulaşmaya çalışıyoruz. Acemi günlerin başında, haber yazmayı öğrenme telaşıyla geçen saatler birbirini kovalıyor, zaman çabuk geçiyor. Her gün yeni adımlar atarak, yeni konulara anlam köprüleri bulup, gazete sayfalarındaki imzalarımızın altına yazıyoruz. Aynı cümleleri anlaşılır yazabilmek için üç, belki beş kez yeniden kuruyoruz. Bizi dünyanın sırrına yaklaştırıyor düşüncesiyle öğrendiklerimizi kutsal kabul ettiğimiz, edebildiğimiz günler. Gönüllü eğitmenlerimizin çalışkan, kıvrak zekalarıyla küçük sınavlar yaptığı günler. Geçer notu aldık mı zekamızı da kanıtlamış oluyoruz, yani acemiyiz.. Hesap yapmak, tepkisini hesaplayarak etkilerde bulunmak henüz aklımızdan geçmiyor… Henüz diyorum çünkü sonradan hayatımıza giren, sokulan, sokuşturulan bir şey bu! Genciz, genç olmanın değerini anlayamayacak kadar genç. Zamanın nasıl ve nelerle tükendiğini, çoğaldığını ya da yaşlandığını düşünmeden geçen günler, aylar..

Geçenlerde gazete arşivimi odanın ortasına yayıp, başlık bulma maceralarımızı, geciktiğimizi haber veren grafikerlerin sıkıntısını, aceleyle alınmış notların deşifre süreçlerini, haber olduğunu unutup dinlemeye daldığımız konserleri hatırladım. Kendimi gazetenin kapısında bulduğumda yapmak istediğimin ne olduğunu biliyordum ve orada bulunmamın sadece yapmak istediklerimle ilgisi olmadığını... Gazetede geçen zamanların tümünde yanımdan hiç ayırmadığım telaşlı bir heyecanın kendisiydi; beni yüreklendirdi. Yürüdüm. O günler, uyandığım evde bir postahane, içimde bir postacı büyüttüm durdum.

Kat görevlisinin masalara bıraktığı zarfların üzerinde adımı arayarak geçen günlerde postacılığa özendim. İlk yurtdışı seyahatimde, ellerin yeşil parklarının görüntüleriyle süslü kartpostallarını arkadaşlarıma gönderirken, zarflardan birinin üstüne de kendi adımı yazdım. Dönüp masama oturduğumda benim için bıraklımış zarfı bulup mutluluklar giyindim. O gün bugündür postacıların gözümdeki kıymeti hiç değişmedi, mektupları hayatından çıkarmayanların hiç hiç..Geçen hafta, mektup da neymiş, artık bilgisayar var diyen dost sese yanıt veremedim. Bu mektubu yazıp anlatmak istedim. Ne kadar anlaşıldı bilmiyorum ama mektupla ilişiği devam edenler, içlerinde yazamadığı mektuplar biriktirenlerin anladığından eminim.. İyi mektuplar..

Çarşamba, Ocak 05, 2005

Defter-ler

Kederin bağışlanabilir ve mutsuzluğun iyileşebilir olduğunu tekrarlayan bir ses var dışarıda. Sanki sisli bir gökyüzünün altında, sanki soğuk günlerin tercihinde, kendi sesinin yabancısı sanki, sussa karanlığa boğulacak, tekrarlıyor. Birbirinin tekrarında ezberlenmiş, günün kabalığında ezilmiş inceliklerin özlemi büyüyor büyüdükçe… Zaman; sürelerin dışında, dokunma hissinde, duyma, tatma, hislerin hepsinde, sıçramalarla ötekine, diğerine geçerken soğuk ilerliyor, o da büyüyor!

Çocukluğun soğuk gecelerinden gamlı sayfalara taşınmış izler, iyileşiyor. Koku her çeşidinden çağrışımlarla hafızamdaki yerini büyüttükçe, büyüyor geceler de, gecelerce! Kimse sormuyor, yanıt beklemiyor. Huzurunu yitirmemiş, dilini kaybetmemiş, harfleri okunaklı bir elyazısı, yazılmamış mektuplar biriktiriyor. Henüz hafızadaki kaydını tamamlamamış olmasına karşın sağa yatık ve mavi.

Pulsuz olmasına karşın, postacıların taşıdığı mektupları yağmuru bekler gibi özleyen yaz günlerine sıçramış bir başka koku. Başka bir zaman. Defterin sarı çizgili sayfalarındaki izler mor, mavi, siyah ve koyu kırmızı keder. Kimbilir yabancısı olduğu gözlerden neler gizlemiş, yorulmuş, bekliyor. Çekmecenin derin köşelerinden biride, kalın karton kabının arasında mavi bir elyazısı seçiliyor.

Bir başka defter; umutlu başlangıcını sürdürememiş, yazılmamışlarla eskimiş, kutusu içinde yaşlanmış, mavi ambalajıyla küs. Kimbilir hangi küçük ağacın yaprağından, büyük neler beklemiş. İnce bir sessizlikle örmüş sayfalarını. Okunmuyor, dokunmuyor. Hatırasından zehirlenmiş, yalnız kalmış kahverengi defter mutsuzluğunu iyileştiremiyor. Çünkü yaralar, bağışlanabilir olduğunda kabuk tutuyor.

Şimdi yeni bir defter yastığın altında, kitapların arasında, içinde kalemiyle geziniyor. Beklemiyor, büyüyor, yazılıyor. Harflerine sahibinin gözleri ve teni değmemiş öteki defterlerin hiçbirini karıştırmıyor. Yazıldıkça, büyüyor..

Cumartesi, Ocak 01, 2005

Hayalleri Büyütmeli!

Yeni bir deftere başlamak, bir yolun ilk adımını atmak, elmanın ilk ısırığı ya da ucu yeni açılmamış bir kalemle yazılara niyetlenmek.. Yeni yılın ilk gününde sayfanın aklığına gölgeler düşürmeden, harfleri birbiri ardına kendiliğinden sıralamak bugün ayrı bir önem taşıyor. Yeni olanlar; Günün, yılın, defterlerin, kitapların yenileri bende yaşanmamışın telaşını büyütüyor en çok. İçlerinde gezindikçe belirenlerse kendini bazen takvimin, kimi zaman sayfaların bir yerlerine mutlaka kaydediyor..

Kimbilir kaç türlü çeşitli başladığımız yılın ilk günü bugün. Bu yıl neler olacak düşünürken hep aynı adrese gitti zihnim. Çetin Altan’ın bu soruya yanıt aradığı yazıyı okumadıysanız, mesela önce onu bulup okumalı derim. Başka neler yapılmalı düşününce; daha çok gülmeli derim, daha çok umut etmeli, her zamankinden çok hayal kurmalı, ütopik seyahatler yapmalı. İlla ki kitap okumalı, film izlemeli, en az bir şiir öğrenmeli, konsere gitmeli, sergi görmeli.. Odaların pencerelerini büyütmeli böylece, perdeleri açmalı daha çok ışık doldurmalı salonlara.

Bir türlü zaman ayıramadıklarımızı öne almalı, durup dururken dostları ziyaret etmeli, dünyanın öteki ucuna tatile gitmeli. Gazete okumayı sürdürmeli, fikir üretmeli sonra, sadece spor ve futbol hakkında değil siyaset ve sanat hakkında, tarih, toplum ve sosyoloji hakkında da.. Bilim üretmeli, müzik öğrenmeli, yazı yazmalı bir de, uçmayı öğrenmeli, paraşütle atlamalı, dağcılık yapmalı, dalmalı mesela.. Belki de en önemlisi aşık olmalı, uçmalı, yükselmeli..

Daha az yapılacaklar da var tabi ama onların hesabına girişmektense umutları çoğaltmalı, ki dilediklerimiz gibi, kaçındıklarımız da mutlaka yerini bulacaktır yaşananlarda. Belki de, sıralamaktansa usul usul yaşandığının farkındalığıyla geçmeli günleri. Hayal kurmayı unutmadan, düşlemekten vazgeçmeden.. İyi yıllar, iyi hayaller!