Uzak yine uzak yine uzak
Uzağın henüz yollarla ilişkisini anlayamadığım eski yıllardı. Kaleme gerek duymadan mektuplar yazdığım soğuk gecelerde öğrenmiştim özlemenin uzakla akraba olduğunu. Yazları dizlerimizi yaralayarak tükettiğimiz, kışlarınsa bir türlü bitmek bilmediği o eski zamanlardı. Mektupların üzerindeki pulları çaydanlığın buharında zarfından ayırmaya uğraşırdık, içindekilerse çok ilgilendirmiyordu bizi. O mektupların nereden geldiğinin yanıtı ise açıktı; uzaktan. Uzağa gerçek bir tanım bulduğumu sanıyordum o zaman; olsa olsa mektup mesafesiydi ve mektup yazan uzaktı, uzakta olan da mektup yazardı işte. Bu kadardı uzak, belki de bu kadar olmalıydı…
Mektubun uzakla o denli yakın bir iliskisinin olmadığını anlamam uzun zaman almadı; bazı mektupların uzağa yazılmadığını, bazı uzakların da mektup beklemediğini öğretti gunler, geceler. Mektubun hic bitmeyen okulunda öğrendiklerim bir yana uzağın yıllarla derinleşen bir kuyu oldugunu yine o eski yıllarda anladım.
Sonra; içimde bir uzakla gezindim, durdum, büyüdüm, gittim… Özlüyorum demeyi bilmediğim o aynı eski zamanlarda hasreti tanıdım. Uzakta olana duyduklarımın adı değildi hasret, yakında ol(a)mayan için söylenendi ve uzak olanın yakına gelmesi mümkündü de, bazı uzakların tükenmiyor hatta büyüyor olması acıtıyordu işte. Adım adım, teker teker gidiliyordu uzağa ve damla damla akıyordu bilgisi hayatıma.
Sonra hayat birdenbire hatıralara denizine dönüşmedi tabi. Yollar gidildi; birlikte ve yalnız. Şehirler bilindi; yalnız ve tenha. Ötekiler geldi; başka ve renkli. Renkler tutuldu; mavi ve siyah. Evler bulundu, kapılar çalındı, anahtarlar yapıldı, duraklar ezberlendi, şiirler öğrenildi, harfler sıralandı, sokaklar geçildi, cenazeler kaldırıldı, baharlar yağdı, güzler sarardı ve uzak hep benimle, hep yakınlarımda oldu.
Şimdi bir başka uzaktayım; büyük. Say say bitmiyor, yaz yaz eksilmiyor. Neresinden baksam hep sisli, şimdisiyse alabildiğine isli bir uzak. Adımlarla aşılamayacak bir mesafe ve her şeyi nasılsa netsiz gösteriyor sanki. Sisi kimi zaman koyulaşıyor belki seyreliyor ama hiç dağılmıyor.
O nedenledir ki mektuplarım hep ona ve ondan yollanıyor...
Mektubun uzakla o denli yakın bir iliskisinin olmadığını anlamam uzun zaman almadı; bazı mektupların uzağa yazılmadığını, bazı uzakların da mektup beklemediğini öğretti gunler, geceler. Mektubun hic bitmeyen okulunda öğrendiklerim bir yana uzağın yıllarla derinleşen bir kuyu oldugunu yine o eski yıllarda anladım.
Sonra; içimde bir uzakla gezindim, durdum, büyüdüm, gittim… Özlüyorum demeyi bilmediğim o aynı eski zamanlarda hasreti tanıdım. Uzakta olana duyduklarımın adı değildi hasret, yakında ol(a)mayan için söylenendi ve uzak olanın yakına gelmesi mümkündü de, bazı uzakların tükenmiyor hatta büyüyor olması acıtıyordu işte. Adım adım, teker teker gidiliyordu uzağa ve damla damla akıyordu bilgisi hayatıma.
Sonra hayat birdenbire hatıralara denizine dönüşmedi tabi. Yollar gidildi; birlikte ve yalnız. Şehirler bilindi; yalnız ve tenha. Ötekiler geldi; başka ve renkli. Renkler tutuldu; mavi ve siyah. Evler bulundu, kapılar çalındı, anahtarlar yapıldı, duraklar ezberlendi, şiirler öğrenildi, harfler sıralandı, sokaklar geçildi, cenazeler kaldırıldı, baharlar yağdı, güzler sarardı ve uzak hep benimle, hep yakınlarımda oldu.
Şimdi bir başka uzaktayım; büyük. Say say bitmiyor, yaz yaz eksilmiyor. Neresinden baksam hep sisli, şimdisiyse alabildiğine isli bir uzak. Adımlarla aşılamayacak bir mesafe ve her şeyi nasılsa netsiz gösteriyor sanki. Sisi kimi zaman koyulaşıyor belki seyreliyor ama hiç dağılmıyor.
O nedenledir ki mektuplarım hep ona ve ondan yollanıyor...